Behçet Hastalığı, vücudun çeşitli bölgelerinde ağrı, şişlik ve yaralara neden olan inatçı bir hastalıktır. Başlıca belirtileri arasında gözde iltihaplanma, cinsel organlarda ve ağızda yaralar, ciltte yaralar, böbreklerde ve eklemlerde iltihaplanma yer alır.
Hastalığın kesin nedeni bilinmemektedir. Ancak genetik faktörlerin ve bağışıklık sistemi bozukluklarının rol oynadığı düşünülmektedir.
Behçet hastalığı ilk kez 1937 yılında Dr. Hulusi Behçet tarafından tanımlanmıştır. Behçet hastalığı kronik bir karaktere sahiptir ve genellikle ataklar şeklinde kendini gösterir. Behçet hastalığı çok yaygın değildir. Behçet hastalığı otoimmün bir hastalıktır. Normalde bağışıklık sisteminin vücut dışından istila eden zararlı maddelere karşı savaşması beklenirken Behçet hastalığı gibi otoimmün hastalığı olanlarda bu durum tersine işler.
Bağışıklık sistemi kendi hücrelerini tehdit olarak görür ve vücut sürekli kendine zarar verir. Bu durum Behçet hastalarında kan damarlarında daha belirgindir. Bağışıklık sisteminin bir bileşeni olan antikorlar, kan damarlarındaki hücrelere saldırarak ağız çevresinde yara ve kızarıklıklara neden olur. Behçet hastalarında ayrıca ciltte, eklemlerde, sinir sisteminde, midede, bağırsaklarda ve gözlerde vasküler lezyonlar gelişebilir.
Bu vasküler lezyonlar vücudun farklı bölgelerinde ortaya çıkar, ancak damarların boyutu ayırt edilemez. Lezyonlar büyük kan damarlarının yanı sıra küçük damarlarda da oluşabilir. Bu da hastalığın neden vücuttaki farklı organ ve dokuları etkileyebildiğini açıklar. Behçet hastalığının uzun bir seyri vardır. Hastalık ataklar şeklinde de kendini gösterir. Bu, hastalık belirtilerinin ciddi olarak hissedildiği bir süre boyunca, belirtilerin önemli ölçüde azaldığı bir geri çekilme dönemi olduğu anlamına gelir.
Behçet hastalığının belirtileri hastadan hastaya değişir, bazıları çok şiddetli, bazıları ise hafiftir. Behçet hastalığının yaygın belirtileri şunlardır
Kesin nedeni bilinmemektedir, ancak bir dizi genetik veya çevresel faktör olası nedenler olarak kabul edilmektedir. Orta Doğu, Akdeniz ve Asya bölgelerinde daha yaygın olduğu için genetik bir köken olasılığı da gündeme gelmiştir. Araştırmalar, HLA B51 olarak tanımlanan gen grubuna sahip kişilerde görülme olasılığının daha yüksek olduğunu göstermiştir. Bunun dışında genetik sorunlar ve hücresel faktörler de hastalığın nedenlerinden biri olabilir.
Çevresel faktörler arasında bakteriyel ve viral enfeksiyonlar sayılabilir. Genetik olarak Behçet hastalığına yatkın olan kişilerde, bağışıklık sistemindeki antikorların yanlış yönlendirilmesi Behçet hastalığının gelişmesine yol açabilir. Bu hastalıkların yanı sıra romatoid artrit ve sistemik lupus eritematozus gibi otoimmün hastalıklar da Behçet hastalığı için risk faktörleridir.
Kesin bir tedavisi olmayan Behçet hastalığında bulgulara bağlı olarak farklı tedaviler uygulanmaktadır.
Örneğin cilt rahatsızlıkları için farklı kremler, ağız ülserleri için merhemler kullanılır. Diğer organ lezyonlarının durumuna göre siklosporin, siklofosfamid ve azatioprin gibi bağışıklık sistemini baskılayıcı maddeler içeren ilaçlar da Behçet hastalığının tedavisinde kullanılmaktadır.
Ancak yan etkileri nedeniyle hastaların kanları düzenli olarak test edilmeli ve bu ilaçların uzun süreli kullanımından kaçınılmalıdır. Korsisin ise deri ve eklem lezyonları için uzun süreli kullanılabilir. Tedavi edilmediğinde Behçet hastalığı vücuttaki çeşitli fonksiyonları olumsuz etkileyebilir ve bu tedavilere ek olarak fizyoterapi, rehabilitasyon, psikoterapi ve cerrahi tedavi de kullanılır.
Behçet hastalığının tedavisinde jinekologlar, göz doktorları, dermatologlar, romatologlar/immünologlar, nörologlar ve gastroenterologlar gibi farklı alanlardan uzmanlar bir araya gelerek tedaviyi, kullanılacak ilaçları ve dozajlarını belirler. Bu sayede tedavi sırasında vücudun diğer bölgelerinin zarar görmesi en aza indirilir.